Türkman /Türkmengü/Türkmən
Türk kimliğinin kökeni tartışmaları Cumhuriyet Döneminin başlangıcında Güneş Dil Teorisiyle öne çıkmıştı. Daha sonra Anadolu Medeniyetleri tezi ortaya atılmış, ancak bu tez de tutunamamıştır. Artık günümüzde Türk kimliğinin Sümer, Etrüsk ve İskitlerle olan bağı bilimsel veriler ışığında gün geçtikçe açığa çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Güneş-Dil Teorisi, Anadolu Medeniyetleri Teorisi, Sümerler, Etrüskler, İskitler.
Anahtar Kelimeler : Güneş-Dil Teorisi, Anadolu Medeniyetleri Teorisi, Sümerler, Etrüskler, İskitler.
On The Origin Of Turkish Identity
At the beginning of Republican Term, discussions on origin of Turkish Identity
come to the fore. After that Theory of Anatolian Civilizations was maintained but that thesis did not become effective. Anymore Today, the ties between Turkish Identity and Summerians, Etuscans and Scythians become known in the light of scientific datas day by day.
Key Words : Sun-Linguistic Theory, Theory of Anatolian Civilization, Summerians,
Etruscans, Scythians
come to the fore. After that Theory of Anatolian Civilizations was maintained but that thesis did not become effective. Anymore Today, the ties between Turkish Identity and Summerians, Etuscans and Scythians become known in the light of scientific datas day by day.
Key Words : Sun-Linguistic Theory, Theory of Anatolian Civilization, Summerians,
Etruscans, Scythians
Türk adının ilk olarak geçtiği yazılı belge Orhun kitabeleridir. Burada Türk adı "Türük" veya "Törük" şeklinde kaydedilmiştir. Zekiyev'in aktardığına göre,Türk kelimesinin anlamı Güçlü kudretli şeklindedir. Kaşgarlı Mahmut da Türk kelimesine aynı anlamı vermektedir1. Çince'de T'u- küe şeklinde telaffuz edilir. Türk kelimesi Başlangıçta kavmi (boy ya da budun) bir varlığı değil, siyasî bir teşkilatlanmayı ifade etmekteydi2. Türk adının çeşitli kaynaklarda türlü manalar verildiği görülür. Ziya Gökalp, Türk adının yani Törük'ün Töreli anlamına gelebileceğini belirtmektedir3.
Laypanov ve Miziyev, Türkolog A. N. Kononov'un Türk etnik adının eski Türkçede "insan"
kelimesinden türediğini belirttiğini kaydederler4. Kafesoğluna göre, "Türk" tabirini Türk devletinin adı olarak kullanan ilk teşekkül Gök-Türk İmparatorluğudur. Türk adı belirli bir topluluğa mahsus etnik bir isim olmayıp siyasî bir addır. Coğrafi ad olarak Turkhia Türkiye tabirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir5.
kelimesinden türediğini belirttiğini kaydederler4. Kafesoğluna göre, "Türk" tabirini Türk devletinin adı olarak kullanan ilk teşekkül Gök-Türk İmparatorluğudur. Türk adı belirli bir topluluğa mahsus etnik bir isim olmayıp siyasî bir addır. Coğrafi ad olarak Turkhia Türkiye tabirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir5.
Necef ve Berdiyev'in aktardıklarına göre, Türk tabirinin yanı sıra, özellikle Arap
kaynaklarında Oğuz ve Karluklar için Türkmen tabirinin kullanıldığı görülmektedir. Biruni, İslam'ı kabul eden Oğuzlar için Türkmen tabirinin kullanıldığını bunun da "Türk-menend" anlamına
geldiğini kaydetmektedir. Yine bir kısım Türk tarihçisi de Türkmen kavramının Türk-iman
kelimelerinden türediğini "iman etmiş Türk" anlamına geldiğini öne sürmüştür. Ancak İslam öncesi dönemler için de Çin ve Soğd kaynaklarında "Türk-Mengü El" tabirinin geçtiği ve "Türk-Mengü ülkesi" anlamına geldiği bilinmektedir. Mengü ya da Bengü kelimesi sonsuz anlamındadır. Bu nedenle Türk Mengü El, Türklerin Daimi Devleti - Sonsuz Türk Ülkesi - Devlet-i Ebed-i Müddet anlamına gelmektedir. Türk Mengü ise "Ölümsüz Türk" demektir. Ancak, daha sonra, Türkmenlerin İslamlaşmasıyla birlikte, Türkmen tabiri Müslüman Türk manasında kullanılmaya başlanmıştır6.
kaynaklarında Oğuz ve Karluklar için Türkmen tabirinin kullanıldığı görülmektedir. Biruni, İslam'ı kabul eden Oğuzlar için Türkmen tabirinin kullanıldığını bunun da "Türk-menend" anlamına
geldiğini kaydetmektedir. Yine bir kısım Türk tarihçisi de Türkmen kavramının Türk-iman
kelimelerinden türediğini "iman etmiş Türk" anlamına geldiğini öne sürmüştür. Ancak İslam öncesi dönemler için de Çin ve Soğd kaynaklarında "Türk-Mengü El" tabirinin geçtiği ve "Türk-Mengü ülkesi" anlamına geldiği bilinmektedir. Mengü ya da Bengü kelimesi sonsuz anlamındadır. Bu nedenle Türk Mengü El, Türklerin Daimi Devleti - Sonsuz Türk Ülkesi - Devlet-i Ebed-i Müddet anlamına gelmektedir. Türk Mengü ise "Ölümsüz Türk" demektir. Ancak, daha sonra, Türkmenlerin İslamlaşmasıyla birlikte, Türkmen tabiri Müslüman Türk manasında kullanılmaya başlanmıştır6.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, bir milli devletin oluşumu, aynı zamanda Türk kimliğinin
yeniden inşa sürecini ve tanımlanmasını da gündeme getirmiştir. Türk kimliğinin tanımlanmasında iki boyut önem taşır. Birincisi kültürel muhtevanın, diğeri ise tarihi köklerin belirlenmesidir. Cumhuriyetin başlangıcında Türk kimliğinin tarihi kökeni meselesinde, Türk tarihinin başlangıcı olarak İslam öncesi Orta Asya Hun ve Göktürk Devletlerinin tarihi esas alınmıştır. Ön Türklerin
tarihinin başlangıcı olarak da Mezopotomya'da tarihte ilk defa kullandıkları yazılı belgeler
günümüze kadar ulaşan ve ilk şehir devletlerinin kurucuları olan Sümerler kabul edilmiş, Sümer merkezli Güneş Dil teorisi tezi benimsenmişti. Batılı Sümerolog ve Etrüsk uzmanlarının bu medeniyetler için yaptıkları tespitler yol gösterici olmuş, özellikle Sümerler ve Etrüskler üzerine yapılan çalışmalar bu teoriye kaynak teşkil etmiştir. Güneş-Dil Teorisinin temel tezi , dünyadaki bütün dillerin Türkçe kökenli olduğu şeklindedir. Güneş dil teorisinin öne sürülmesinde özellikle Leon Cahun'un "Fransa'da Ari Dillere Takaddüm Eden Lehçenin Turani Menşei", Yeryüzündeki dillerin Sümerce'den çıktığını savunan Sümerolog Hilaire de Barenton'un"L'Origine des Langues des Religions et des Peuples" adlı kitabı, Türk dillerindeki bazı ögelerin psikolojisi üzerine yazanyeniden inşa sürecini ve tanımlanmasını da gündeme getirmiştir. Türk kimliğinin tanımlanmasında iki boyut önem taşır. Birincisi kültürel muhtevanın, diğeri ise tarihi köklerin belirlenmesidir. Cumhuriyetin başlangıcında Türk kimliğinin tarihi kökeni meselesinde, Türk tarihinin başlangıcı olarak İslam öncesi Orta Asya Hun ve Göktürk Devletlerinin tarihi esas alınmıştır. Ön Türklerin
tarihinin başlangıcı olarak da Mezopotomya'da tarihte ilk defa kullandıkları yazılı belgeler
Hermann F. Kvergic ve Etrüsk dili üzerine çalışan Carra de Waux'un kitap ve görüşleri etkili olmuştur. 1936 yılında düzenlenen Türk Dil Kurultayı'nda Güneş-Dil Teorisi tartışılmıştı. Bu teoriye kaynaklık eden kitapların yazarlarından Dr.Kvergic ile Sümerolog Hilaire de Barenton da bu kurultaya katılmışlardı7. 1940'lı yılların ortalarına kadar tartışılan Güneş-Dil Teorisi, daha sonra hatalı ve abartılı olduğu gerekçesiyle bir tarafa bırakılmıştı. Atatürk sonrası dönemde kökten Batıcı kadroların etkisiyle "Güneş Dil Teorisi" yerine "Anadolu medeniyetleri" tezi öne çıkmış, Batı uygarlığıyla ortak köklerimiz olduğu görüşü benimsenmiş ve Greko-Latin kaynaklara yönelinmiştir. Anadolu medeniyetleri tezini savunanlara göre, Hititler, Truvalılar, Frigyalılar, Kapadokyalılar Türk değildi; ama biz Türkler biraz, Hititli, biraz Frigyalı, biraz Lidyalı, biraz Kapadokyalıydık 8. Bu anlayışa göre, bizim Anadolu medeniyetlerinin mirasçısı olduğumuz kabul edilmekte, Batı uygarlığıyla ortak köklerimiz bulunduğu iddiasına vurgu yapılmaktadır.
Günümüz Batı uygarlığının kurucularının ataları varsayılan Hind-Avrupalıların kökeni ve anayurtları konusu da çözüme kavuşmuş değildir. 1860'lı yıllarda İngiltere'nin Hindistan'ı sömürgeleştirmesi sonucunda Avrupa dilleriyle Sanskritçe bağlantısı nedeniyle Hindistan kökenli olduklarına dair tez gündeme getirilmişti. J. Mallory'e göre, Hint Avrupalıların ana yurdu olarak Kuzey ve Doğu Avrupa, Batı Anadolu, Balkanlar ve Tuna boyları, Doğu Anadolu, Pontus Hazar bölgesi olduğu tezi ortaya atılmıştı9. Ancak, Mallory, Ön Hint Avrupa dili muhtemelen Pontus-
Hazar bölgesindeki avcı balıkçı toplumların konuştukları dillerden geliştiğini öne sürmektedir10.
Hazar bölgesindeki avcı balıkçı toplumların konuştukları dillerden geliştiğini öne sürmektedir10.
Kadim Anadolu'da sadece Hint-Avrupa dilli toplumların değil, Türkçenin de dahil olduğu eklemeli diller grubundan dilleri konuşan toplulukların varlığı da söz konusudur. Sedat Alp'e göre, yapılan araştırmalar ile Hattice'nin Sumerce, Hurice, Urartuca ve Türkçe gibi eklemeli (aglutinant) bir dil olduğu anlaşılmıştır. Hurrice, Sumerce, Hattice ve Urartuca, Türkçe gibi bitişken dildir. Bu dillerden yalnız Urartuca, Hurricenin yakın akrabası ve onun (belki de yakın bir kolunun) MÖ 1. bini ilk yarısında Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgesindeki devamıdır. Hurrice'de Türkçede olduğu gibi cinsiyet ayrımı ve önek yoktur. Gerek isimler gerek fiiller sonekler ile çalışmaktadır11. Urartu dili Doğu Anadolu ve Mezopotamya'nın Hint-Avrupalı olmayan önemli dili Hurrice ile çok yakından ilişkilidir12. Alp, Hattilerde ve Neolitik Çağ'dan itibaren Anadolu'da anaerkil bir aile yapısı var olduğu halde Hititlerden itibaren Anadolu'da ataerkil bir aile düzeninin ortaya çıktığı tespitinde bulunmaktadır13.
Anadolu'da Hint-Avrupalı bir uygarlığın temsilcileri olarak görülen Hititlerin Anadoluluğu da tartışmalıdır. Anadolu'yu bir Hint Avrupalı hatta Bir Hitit yurdu olarak gören yaklaşımın aksine Hititlerin Anadolu kökenlilikleri, hatta ne kadar Hint-Avrupalı oldukları şüphelidir. Hititçe
kelimesi, Hattice'den gelmektedir. Hititçe, Hint-Avrupa dilinin henüz var olmadığı bir dönemde Hattilerin konuştuğu, Anadolu'nun eski dili anlamındadır. M.Ö. 2. Bin yılın başlangıcında Anadolu'da ortaya çıkan Hititler veya Nesier'lerin kökenleri oldukça esrarengizdir. Onlar Yakındoğu'daki ilk Hint-Avrupalılar olarak kabul edilmektedir. Uhlig'e göre, Hint -Avrupa kökenlilerin savaşarak zorla Anadolu'ya girdikleri düşüncesi ne kadar yanlışsa , onların Avrupa'dan geldiğine dair hala yaygın olan düşünce de kesinlikle o kadar yanlıştır. M. Ö. Üçüncü Bin yılda küçük gruplar halinde Kuzeyden ya da Kuzeydoğudan, ancak her durumda Asya bölgesinden Anadolu'ya sızdıkları kabul edilebilir14. Uhlig, "Sanatsal alanda olduğu gibi, dini alanda da baştan beri kendine özgü bir yanı bulunmayan Hitit uygarlığı, bir tür adapte edilen uygarlıktır. Biz bu uygarlığı her ne kadar Hitit uygarlığı olarak adlandırsak da bunun gerçekte Anadolu'da var olan Hititlerden önceki halkın dini ve kültürüyle ilgili bir uygarlık olduğunu anlamaktayız. Hititler Anadolu topraklarında bir Hint-Avrupa ara nağmesi mi? Hem evet, hem Hayır ! " demektedir15.
kelimesi, Hattice'den gelmektedir. Hititçe, Hint-Avrupa dilinin henüz var olmadığı bir dönemde Hattilerin konuştuğu, Anadolu'nun eski dili anlamındadır. M.Ö. 2. Bin yılın başlangıcında Anadolu'da ortaya çıkan Hititler veya Nesier'lerin kökenleri oldukça esrarengizdir. Onlar Yakındoğu'daki ilk Hint-Avrupalılar olarak kabul edilmektedir. Uhlig'e göre, Hint -Avrupa kökenlilerin savaşarak zorla Anadolu'ya girdikleri düşüncesi ne kadar yanlışsa , onların Avrupa'dan geldiğine dair hala yaygın olan düşünce de kesinlikle o kadar yanlıştır. M. Ö. Üçüncü Bin yılda küçük gruplar halinde Kuzeyden ya da Kuzeydoğudan, ancak her durumda Asya bölgesinden Anadolu'ya sızdıkları kabul edilebilir14. Uhlig, "Sanatsal alanda olduğu gibi, dini alanda da baştan beri kendine özgü bir yanı bulunmayan Hitit uygarlığı, bir tür adapte edilen uygarlıktır. Biz bu uygarlığı her ne kadar Hitit uygarlığı olarak adlandırsak da bunun gerçekte Anadolu'da var olan Hititlerden önceki halkın dini ve kültürüyle ilgili bir uygarlık olduğunu anlamaktayız. Hititler Anadolu topraklarında bir Hint-Avrupa ara nağmesi mi? Hem evet, hem Hayır ! " demektedir15.
Yine J. P. Mallory,e göre bazı Hitit arşivleri Hatti dili içeren bir bir dilden alıntılar içermekte
ve Hint-Avrupalı olmayan bir halkın varlığını göstermektedir. Hititler, Hattilerden sadece birçok kelime almakla kalmamışlar, büyük ölçüde dinlerini, kültürlerini hattta Hitti adını bile onlardan almışlardır. Hititler kendilerini Nes dillerini Nesili olarak adlandırmışlardır16. Ayrıca, Anadolu
medeniyetlerinin tezi çerçevesinde yaklaşılan Truvalılarla ilgili arkeolojik buluntular etnik kökenleri konusunda yeterli bilgi sağlayamamaktadır. Bugün için Truvalılar hakkında en önemli kaynak Homeros'un yazdığı destanlardır. Tatar araştırmacı Nurihan Fattah, Truva ve Truvalılar ile ilgili Homeros'un İlyada destanını kaynak alarak yaptığı tahlilde, Truvalıların savaş malzemeleri olarak kullandıkları kıvrık yay ve sadaklarına, iri kargılarına savaşta Boz bir kurt postunu giymelerine ve Akhaların kalkanlarının katmerli, konveks ve yüksek olmasına mukabil, Truvalılarınkinin yuvarlak olmasına dikkati çekerek Truvalıların harp kıyafet ve kostümleriyle Tatar savaşçılarına
benzediklerini belirlemiştir. Yine Truvalıların ölüden saç kesme adetiyle Hektor'un ölüsünün eşyalarıyla birlikte yakılma geleneğinin Altay Türklerinde, Hunlarda ve Bulgarlarda mevcut olduğunu bildirmekte, Homeros'un ikinci poeması Odyseia'nın konusunun Kıpçak ve Oğuz
halklarının çok iyi bildiği Alpamış destanının konusuna benzediği tespitinde bulunmaktadır17.
ve Hint-Avrupalı olmayan bir halkın varlığını göstermektedir. Hititler, Hattilerden sadece birçok kelime almakla kalmamışlar, büyük ölçüde dinlerini, kültürlerini hattta Hitti adını bile onlardan almışlardır. Hititler kendilerini Nes dillerini Nesili olarak adlandırmışlardır16. Ayrıca, Anadolu
medeniyetlerinin tezi çerçevesinde yaklaşılan Truvalılarla ilgili arkeolojik buluntular etnik kökenleri konusunda yeterli bilgi sağlayamamaktadır. Bugün için Truvalılar hakkında en önemli kaynak Homeros'un yazdığı destanlardır. Tatar araştırmacı Nurihan Fattah, Truva ve Truvalılar ile ilgili Homeros'un İlyada destanını kaynak alarak yaptığı tahlilde, Truvalıların savaş malzemeleri olarak kullandıkları kıvrık yay ve sadaklarına, iri kargılarına savaşta Boz bir kurt postunu giymelerine ve Akhaların kalkanlarının katmerli, konveks ve yüksek olmasına mukabil, Truvalılarınkinin yuvarlak olmasına dikkati çekerek Truvalıların harp kıyafet ve kostümleriyle Tatar savaşçılarına
benzediklerini belirlemiştir. Yine Truvalıların ölüden saç kesme adetiyle Hektor'un ölüsünün eşyalarıyla birlikte yakılma geleneğinin Altay Türklerinde, Hunlarda ve Bulgarlarda mevcut olduğunu bildirmekte, Homeros'un ikinci poeması Odyseia'nın konusunun Kıpçak ve Oğuz
halklarının çok iyi bildiği Alpamış destanının konusuna benzediği tespitinde bulunmaktadır17.
Bugün artık Türk diliyle akrabalığı genel kabul gören Sümer dili, henüz tam manasıyla okunabilmiş değildir. Bu konuda yeni bir okuma tarzı, bu okumalarda Türk lehçelerini esas alan Azerbaycanlı Sümerolog Atakişi Celiloğlu Kasım tarafından geliştirilmiştir. Celiloğlu Kasım,
"Türkçe genel anlatım kuralları hesaba alınmaksızın Hind Avrupa dilini merkez alarak acele yapılmış gramer bilgilerinin ciddi yanlış okumalara yol açtığını belirtmekte, bu yanlış okumalar sonucu birtakım acayip söz grupları, mantıksız yorumlamalar ve yalancı tanrılardan oluşmuş büyük bir panteon ve en önemlisi Türkçeler açısından hiçbir zaman mümkün olamayacak özellikler meydana çıkardığını" ifade etmektedir18. Buna bazı örnekler veren Atakişi, "Sümerce TİR-AN- NA'nın bananistik tercümesinin "Göğün orman Tanrısı" şeklinde olduğu, halbuki Türkçe anlatıma göre tercüme edildiğinde gökkuşağı anlamına, yine NİN-KİLİM-TİR-RA'nın bananistik çevirisinin "Ormanın kemirgen hanım tanrısı" Türkçe anlatıma göre "kertenkele" anlamına geldiği, Sümerce NİN-KİLİM-EDİN-NA'nın bananistik çevirisinin "sahranın kemirgen hanım tanrısı" olduğunu, ama Türkçe anlatıma göre "gelincik" anlamını taşıdığını örnek göstererek, bu yanlışların hepsinin hece yazısı uygulamakla kolayca giderilebileceğini belirtmektedir19. Ayrıca, Sümerlerin çoktanrıcılığı da tartışmalıdır. Mebrure Tosun ve Kadriye Yalvaç'ın Sümer metinlerinden örnekler verdikleri kitaplarında, bir çok yerde tanrılardan bahsedilirken, bir yerde ise, "Tanrı tekdir, değiştirilemez" ifadesi kullanılmaktadır20. Aynı metinler içinde bir taraftan çok sayıda tanrıdan bahsedilirken diğer taraftan Tanrının tekliğinden söz edilmesi, önemli bir çelişki gibi görünmektedir. Bu durum,
Sümer metinlerinin yeniden Türk lehçeleri esas alınarak okunmasının gerekliliğini göstermektedir.
"Türkçe genel anlatım kuralları hesaba alınmaksızın Hind Avrupa dilini merkez alarak acele yapılmış gramer bilgilerinin ciddi yanlış okumalara yol açtığını belirtmekte, bu yanlış okumalar sonucu birtakım acayip söz grupları, mantıksız yorumlamalar ve yalancı tanrılardan oluşmuş büyük bir panteon ve en önemlisi Türkçeler açısından hiçbir zaman mümkün olamayacak özellikler meydana çıkardığını" ifade etmektedir18. Buna bazı örnekler veren Atakişi, "Sümerce TİR-AN- NA'nın bananistik tercümesinin "Göğün orman Tanrısı" şeklinde olduğu, halbuki Türkçe anlatıma göre tercüme edildiğinde gökkuşağı anlamına, yine NİN-KİLİM-TİR-RA'nın bananistik çevirisinin "Ormanın kemirgen hanım tanrısı" Türkçe anlatıma göre "kertenkele" anlamına geldiği, Sümerce NİN-KİLİM-EDİN-NA'nın bananistik çevirisinin "sahranın kemirgen hanım tanrısı" olduğunu, ama Türkçe anlatıma göre "gelincik" anlamını taşıdığını örnek göstererek, bu yanlışların hepsinin hece yazısı uygulamakla kolayca giderilebileceğini belirtmektedir19. Ayrıca, Sümerlerin çoktanrıcılığı da tartışmalıdır. Mebrure Tosun ve Kadriye Yalvaç'ın Sümer metinlerinden örnekler verdikleri kitaplarında, bir çok yerde tanrılardan bahsedilirken, bir yerde ise, "Tanrı tekdir, değiştirilemez" ifadesi kullanılmaktadır20. Aynı metinler içinde bir taraftan çok sayıda tanrıdan bahsedilirken diğer taraftan Tanrının tekliğinden söz edilmesi, önemli bir çelişki gibi görünmektedir. Bu durum,
Sümer metinlerinin yeniden Türk lehçeleri esas alınarak okunmasının gerekliliğini göstermektedir.
Etrüsk dili de çözümlenmesinde zorlanılan dillerden bir tanesidir. Araştırmacı Polat Kaya, Etrüsk Dili'nin Çuvaş, Tatar, Bulgar ve Başkurt lehçeleriyle büyük benzerlikler taşıdığını belirterek, halka hitap eder tarzda bulunan bir bronz Etrüsk heykelinin kitabesindeki cümleyi bu lehçeleri esas alarak okumuştur. İki farklı okuma arasındaki fark çok belirgindir. Hint-Avrupa dil yapısına göre bu
yazının Giuliano Bonfante ve Larissa Bonfante tarafından okunuşu şu şekildedir. " Bu anıt, Vel ve Vesi'nin oğulları Rulus Mettellius anısına bir oy çağrısı olarak, toplumca kastden tenine yapılmıştır. " Yine bu yazı Bonfantes'in kitabında şu şekilde çevrilmiştir. "Tenine bu anıtı, bir oy çağrısı olarak toplum kastınca yaptırmıştır." Polat Kaya'nın ise, okuyuşu ise daha anlamlıdır. "Mete'nin oğlu Kelenşiken (konuşkan-hatip) Gel (Kül-mümtaz) Gesi'nin heykeli tenine teke şansalı tutundu 49 sağlıklı yaşında." Bu cümleyi daha düzgün bir Türkçe ile ifade edersek, daha anlamlı hale geldiğini görürüz. "49 sağlıklı yaşında tenine(bedenine) Teke (yiğitlik) sanşalı tutunan-sarınan Mete'nin oğlu
kelenşiken-Hatip Gel (Kül-Mümtaz) Gesi'nin Heykeli"21. Bunun yanı sıra, İtalya genetikçiler tarafından 80 Etrüsk ölüsünün iskeletleri üzerine yapılan araştırmada, Etrüsklerle Anadolu Türk halkı arasında bir gen akışının varlığını ortaya konmuştur22. Bu araştırmanın sonucu Polat Kaya'yı teyit etmektedir.
yazının Giuliano Bonfante ve Larissa Bonfante tarafından okunuşu şu şekildedir. " Bu anıt, Vel ve Vesi'nin oğulları Rulus Mettellius anısına bir oy çağrısı olarak, toplumca kastden tenine yapılmıştır. " Yine bu yazı Bonfantes'in kitabında şu şekilde çevrilmiştir. "Tenine bu anıtı, bir oy çağrısı olarak toplum kastınca yaptırmıştır." Polat Kaya'nın ise, okuyuşu ise daha anlamlıdır. "Mete'nin oğlu Kelenşiken (konuşkan-hatip) Gel (Kül-mümtaz) Gesi'nin heykeli tenine teke şansalı tutundu 49 sağlıklı yaşında." Bu cümleyi daha düzgün bir Türkçe ile ifade edersek, daha anlamlı hale geldiğini görürüz. "49 sağlıklı yaşında tenine(bedenine) Teke (yiğitlik) sanşalı tutunan-sarınan Mete'nin oğlu
kelenşiken-Hatip Gel (Kül-Mümtaz) Gesi'nin Heykeli"21. Bunun yanı sıra, İtalya genetikçiler tarafından 80 Etrüsk ölüsünün iskeletleri üzerine yapılan araştırmada, Etrüsklerle Anadolu Türk halkı arasında bir gen akışının varlığını ortaya konmuştur22. Bu araştırmanın sonucu Polat Kaya'yı teyit etmektedir.
Genelde ilk Türk toplulukları olarak Hunlar görülür. Hunların Anadolu Türk halkıyla olan genetik akrabalığı ortaya çıkarılmıştır. 2000 Yıl öncesine ait Moğolistan'ın Egin Gölü Vadisi'ndeki büyük mezarlıktaki Hunlara ve Moğollara ait olduğu belirlenen iskeletler üzerinde yapılan genetik araştırma sonucunda, Türk halkıyla bir MtDNA gen akışının varlığı tespit edilmiştir23. Genetik akrabalık ve yakınlıklar etnik ve milli kimliklerin belirlenmesinde faktörlerden sadece bir tanesidir, öncelik kültürdedir. Avrasya coğrafyasında, binlerce yıldır, çeşitli coğrafyalara dağılan Türk
topluluklarının genetik mirasına birçok toplulukta rastlamak mümkündür. Örneğin Balkanlarda Avarların mirası Çek toplumunda ortaya çıkmıştır. Yapılan genetik araştırmada Çekler Başkırt, Hakas, Nogay ve Buryatlarla genetik bakımdan akraba çıkmışlardır24. Ancak, bu gerçeğe rağmen Bugünkü Çek toplumuyla Türk kimliği arasında bir bağ kurmak güç görünmektedir. Burada belirleyici olan kültürdür.
topluluklarının genetik mirasına birçok toplulukta rastlamak mümkündür. Örneğin Balkanlarda Avarların mirası Çek toplumunda ortaya çıkmıştır. Yapılan genetik araştırmada Çekler Başkırt, Hakas, Nogay ve Buryatlarla genetik bakımdan akraba çıkmışlardır24. Ancak, bu gerçeğe rağmen Bugünkü Çek toplumuyla Türk kimliği arasında bir bağ kurmak güç görünmektedir. Burada belirleyici olan kültürdür.
Ancak, Hunları İskitlerin devamı olarak görmek daha isabetli bir tutum olacaktır. Genelde İskitlerin Hind-Avrupa ya da Hind-İran dilli bir topluluk olarak değerlendirilmelerine karşın bugün farklı görüşler daha fazla öne çıkmaktadır. Laypanov ve Miziev'in aktardıklarına göre, Aristov, İskitlerin bir bölümünü Türk kabilelerin oluşturduğu görüşünde iken, A. Lizlov da aynı şekilde İskitlerin arasında Türk dilli kabilelerin varlığına dikkati çeker25. Yine aynı yazarların aktardıklarına göre, Ukraynalı iskitologlar V. İ. Ilinskoya ve U. A. Terenijkın, İskit kültürünün kendi kökleri itibariyle hiçbir zaman İran halkının bulunmadığı Sibirya ve Altayların Türk dilli halklarına bağlı olduğunu doğrulayan yeni bilimsel verilere dayalı bilgileri açıklamışlardır. M.Ö. III. Yüzyılda yaşayan Justinus da İskitlerin İran dilli olmasını mümkün görmemektedir26. İskitleri Hint-İrani bir topluluk olarak gören Grakov, Kimmerler ile İskitlerin kültürleri arasındaki kültürel benzerliğe dikkat çekerken, İskitler ile Sarmatların aynı kökenli olduklarını belirtmektedir27. Yine Miziev'in aktardığına göre, Y. A. Okladnikova Doğu Altaylarda bulunan Karahöyük kaya resimlerinde İskitlerin, Sarmatların ve Hunların kültürleri arasındaki benzerliği önemli görür28. V.L. Seroşevsky, Bugünkü Saha Türklerinin etnik oluşumunda İskit ve Hun unsurlarının rollerinin büyük olduğu tespitinde bulunmaktadır29. Ekrem Memiş'in aktardığına göre, İskitlere ait olduğu kabul edilen Esik Kurgan'ından çıkarılmış yazıların dilinin Türkçe olduğu ortaya çıkmıştır30. Yine aynı şekilde, İlhami
Durmuş'un verdiği bilgiye göre, İskitlere ait Sus'taki çiviyazılı metinlerin tahlili sonucunda
Mordtmann da İskitlerin/Sakaların Türk-Ugor köklü bir halk olduğu tespitinde bulunmaktadır31. Zekiyev, İskit ve Sarmatların arkeolojik kültürlerinin Pers dilli kabilelere bağlanılmasını ve diğer etnolojik, tarihi, dilbilimsel verilerin değerlendirilmemesini önemli bir eksiklik olarak görmektedir. İskit ve Sarmatların Pers dilli olmaları halinde Asuri, Yunan, Roma ve Çin tarihi kaynaklarında buna dair herhangi bir imanın bulunması gerektiği üzerinde durur32.
İskitlerin Hind Avrupa dilli ya da kökenli olduğuna dair yeterli delil bulunmamaktadır. Fakat, İskitlerin diğer Türk toplulukları ile kültürel benzerliği daha çok öne çıkmaktadır. İskitlerin tarihi, dini, örfi sanatları, yazılı kaynakları ve arkeolojik buluntuları değerlendirildiğinde, İskitlerin Ural/Altay kökenli ve Türklerin ataları olan bir topluluk olduğu yolundaki görüş doğrulanmaktadır. Bu anlamda Türk tarihini İskitlerle başlatmak için yeterli bilimsel delillere sahip olunduğu söylenebilir.
Durmuş'un verdiği bilgiye göre, İskitlere ait Sus'taki çiviyazılı metinlerin tahlili sonucunda
Mordtmann da İskitlerin/Sakaların Türk-Ugor köklü bir halk olduğu tespitinde bulunmaktadır31. Zekiyev, İskit ve Sarmatların arkeolojik kültürlerinin Pers dilli kabilelere bağlanılmasını ve diğer etnolojik, tarihi, dilbilimsel verilerin değerlendirilmemesini önemli bir eksiklik olarak görmektedir. İskit ve Sarmatların Pers dilli olmaları halinde Asuri, Yunan, Roma ve Çin tarihi kaynaklarında buna dair herhangi bir imanın bulunması gerektiği üzerinde durur32.
İskitlerin Hind Avrupa dilli ya da kökenli olduğuna dair yeterli delil bulunmamaktadır. Fakat, İskitlerin diğer Türk toplulukları ile kültürel benzerliği daha çok öne çıkmaktadır. İskitlerin tarihi, dini, örfi sanatları, yazılı kaynakları ve arkeolojik buluntuları değerlendirildiğinde, İskitlerin Ural/Altay kökenli ve Türklerin ataları olan bir topluluk olduğu yolundaki görüş doğrulanmaktadır. Bu anlamda Türk tarihini İskitlerle başlatmak için yeterli bilimsel delillere sahip olunduğu söylenebilir.
M. Bernal, 20. Yüzyıldaki prehistorya çalışmalarının başına, arkeolojik pozitivizm olarak adlandırılabilecek özel bir kanıt arama biçiminin musallat olduğunu,. Bu nesnelerin insanı nesnel yaptığı yanılgısının; arkeolojik kanıtın yorumlanmasının, arkeolojik bulguların kendileri kadar
sağlam olduğu inancına yol açtığını, bu inancın, arkeolojiye dayalı varsayımları bilimsel bir statüye yükselttiğini, buna karşılık geçmiş ile ilgili olarak başka kaynaklardan elde edilen bilgilerin - efsaneler, yer adları, dinsel kültler, dil, sözlü ve yazılı lehçelerin yayılması gibi- değerini düşürdüğünü öne sürer ve bütün bu kaynakların büyük bir ihtiyatla ele alınması gerektiğini, fakat bunlardan elde edilen kanıtların arkeolojiden elde edilen kanıtlardan hiç de daha az geçerli olamayacağını belirtir33. Batılı bir çok araştırmacının birtakım arkeolojik buluntulardan hareketle Sümerler, Etrüskler ve İskitlerle ilgili değerlendirmeleri Bernal'ı haklı çıkarıcı niteliktedir.
sağlam olduğu inancına yol açtığını, bu inancın, arkeolojiye dayalı varsayımları bilimsel bir statüye yükselttiğini, buna karşılık geçmiş ile ilgili olarak başka kaynaklardan elde edilen bilgilerin - efsaneler, yer adları, dinsel kültler, dil, sözlü ve yazılı lehçelerin yayılması gibi- değerini düşürdüğünü öne sürer ve bütün bu kaynakların büyük bir ihtiyatla ele alınması gerektiğini, fakat bunlardan elde edilen kanıtların arkeolojiden elde edilen kanıtlardan hiç de daha az geçerli olamayacağını belirtir33. Batılı bir çok araştırmacının birtakım arkeolojik buluntulardan hareketle Sümerler, Etrüskler ve İskitlerle ilgili değerlendirmeleri Bernal'ı haklı çıkarıcı niteliktedir.
Kadim kültür ve medeniyetler değerlendirilirken, sadece ortak köken kelimelere ve bazı arkeolojik buluntulara dayalı olarak yapılan genellemeler, sağlıklı olmamaktadır. Bu değerlendirmeler yapılırken, dil ile yaşama tarzı arasındaki ilişki gözden kaçırılmamalıdır.
Öncelikle kültürle dil arasındaki bağlantı dikkate alınmalıdır. Dilin dışında diğer kültürel unsurlar da son derece önemli bir tayin edicidir. Aynı kültürün taşıyıcılarının, zaman zaman farklı etnik topluluklar arasında karışmalar olsa da, aynı dili konuşmaları, aynı etnik köken ve kimliğe sahip olmaları beklenir. Bugün yeryüzünde, bazı ilkel topluluklar dışında genetik açıdan türdeş bir etnik topluluk yoktur. Kültürel etkileşim ve değişim bir gerçek olmakla birlikte, ortak bir kültürün taşıyıcısı olan toplum ve topluluklar yüzlerce ve binlerce yıldan beri varlıklarını sürdürmektedir. Sadece Sümerler ve Etrüskler değil, İskitler, Sarmatlar ve Hunlar da, Uygurların, Türkmenlerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin, Tatarların, Başkırtların, Hakasların, Yakutların, Azerbaycan ve Anadolu Türklerinin ortak atalarıdır. Çünkü, adını saydığımız bu toplulukların tevarüs ettikleri kültür, bunun en önemli tayin edicisidir.
Öncelikle kültürle dil arasındaki bağlantı dikkate alınmalıdır. Dilin dışında diğer kültürel unsurlar da son derece önemli bir tayin edicidir. Aynı kültürün taşıyıcılarının, zaman zaman farklı etnik topluluklar arasında karışmalar olsa da, aynı dili konuşmaları, aynı etnik köken ve kimliğe sahip olmaları beklenir. Bugün yeryüzünde, bazı ilkel topluluklar dışında genetik açıdan türdeş bir etnik topluluk yoktur. Kültürel etkileşim ve değişim bir gerçek olmakla birlikte, ortak bir kültürün taşıyıcısı olan toplum ve topluluklar yüzlerce ve binlerce yıldan beri varlıklarını sürdürmektedir. Sadece Sümerler ve Etrüskler değil, İskitler, Sarmatlar ve Hunlar da, Uygurların, Türkmenlerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin, Tatarların, Başkırtların, Hakasların, Yakutların, Azerbaycan ve Anadolu Türklerinin ortak atalarıdır. Çünkü, adını saydığımız bu toplulukların tevarüs ettikleri kültür, bunun en önemli tayin edicisidir.
Dil ile kültür arasındaki ilişkiye Bozkır coğrafyasında yaşayan atlı çoban kültürünün temsilcisi topluluklar açısından da bakılabilir. Bu toplumların yaşama tarzının tevlit ettiği iletişim tarzı eklemeli dillerin zuhurunu kaçınılmaz kılmıştır. Eklemeli diller, tesadüfen Ural-Altay coğrafyasında ortaya çıkmış değildir. Mekanda hareketli olduklarından bu dilleri konuşan toplumların geniş bir coğrafyaya yayıldıklarını görmekteyiz. Orta Asya coğrafyasında yaşayan Atlı çoban kültürünün taşıyıcısı olan topluluklar, ilk defa 1071'de Malazgirt'te Anadolu'ya ayak basmış da değillerdir. Binlerce yıl öncesinden beri Anadolu bu toplulukların en sık uğrak yeri olmuştur. Batılı tarihçilerin ürettiği medeniyetler tarihi bu anlamda eksik ve muharref bir tarihtir.
__________________________________
Prof.Dr. Hacı Musa TAŞDELEN20.04.2012TÜRK KİMLİĞİNİN KÖKENİ ÜZERİNE
__________________________________
Prof.Dr. Hacı Musa TAŞDELEN20.04.2012TÜRK KİMLİĞİNİN KÖKENİ ÜZERİNE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder